top of page

Tam Geçen Sene Ki Gündeyiz

Ben bu satırları yazarken 18. Yaşımın, 7. Ayının, 3. Gününü yaşıyorum. İşten az evvel çıktım, eve gitmeden parkta ki cılız ağacıma dayanarak, soğuk çayımın ve Weysel Paradoksu’nun tadını çıkarıyorum. Sigaramın dumanı göklere yükselmek istese de ben onu inatla aşağıya üflüyorum. Sevgilim defter, kitaplar çok eksik kalıyor artık benim için. Her geçen gün hayallerim değişiyor, her geçen gün fikirlerim ve düşüncelerim değişiyor. Kaç yüzüm var acaba benim? Kaç tane maske takıyorum? Karaktersiz miyim acaba, bunlar onun işaretleri mi? Bunları kendi kendime sormadan edemiyorum çünkü benim sevgili yüzüm, evlat yüzüm, işçi yüzüm, ben yüzüm, arkadaş yüzüm, hepsi çok farklı. Acaba normal olmak nasıl bir şey?

Bazen sanki bu dünyada tek gerçek benmişim gibi geliyor, sanki her şey benim sınavım veya yaşamım her neyse, benim için varlar. Bazen de kendimi buğday sapından ileri koyamıyorum. Defter, ben kimim sence? Tıpkı Weysel gibi, sevdiği kızın karşısında adeta sarhoş olan, kızın gittiğini fark etmeyip konuşmasına devam eden Weysel gibi… Arkadaşları bu buluşmadan önce küreklere asılmasını söylemişlerdi ona ve kıza içinden gelen her şeyi döktü. Masadan arkadaşları koluna girerek zorla kaldırdılar ve son cümle çıktı ağzından;

“Küreklerim olacaktı benim, küreklerim nerede?”

Benim küreklerim nerede defter? Weysel benim için varsa benim küreklerim nerede? Buğday sapından değersizsem, bana değer katacak arkadaşlarım nerede, sevdiğim kız nerede? Weysel’e bile imrendim bugün çünkü benim hayatımda ki en önemli kürek; fırın küreği. Onunda sürekli kıymıkları batıyor elime, akşam eve gidince annemin önüne oturup, iğneyle kıymıkları çıkarmasını istiyorum. Hayatımda ki en güzel aktivitem bu parka gelip, soğuk çay içerek kitap okumak. En iyisi üniversiteye gitmeli herhalde. İnsanlar sanki bu sefer haklılar. Yeni insanlar tanımak, yeni aktiviteler bulmak istiyorum. Gece gündüz una bakmaktan, bembeyaz kesildim. Tansiyonu düşük yaşlı dedeler gibi görünüyorum. En yakın arkadaşım burada İsa Usta şu an, onunla Türk Dil Kurumu’na yeni kelimeler katmaya başladık resmen. Adam beni görünce “Nefırt fırt fırt, fırt fırt neef goçum” diyerek iş planlaması yapıyor. Babam ben işimi bitirmek üzereyken gelir fırına. Oda benim orada olup olmadığını anlamak için, asansör boşluğundan “Ööööyyy” diye bağırıyor, aynı şekilde karşılık verirsem bir maraz olmadığı anlaşılıyor. En son Babiller böyle anlaşıyor diye biliyordum fakat fırınlarda da durum çok farklı değilmiş. İşim bittikten sonra denk getirebilirsem asıl ustamla son derece kaliteli ve entelektüel sohbet fırsatı yakalıyorum. Bugün alternatif tıp hakkında konuştuk. Sen fırıncısın be adam, Himaliyalarda ki 90 yaş üzeri alternatif tıpın uzmanını nereden biliyorsun? Kanal tedavisinde ki kültürün büyüklüğünü, belde ki disklerin yerleşimini niye merak ettin? Çok ilginç adam gerçekten. Ancak sanki bu hayat bana yetmiyor. Yeni hobilerde edindim, ahşap filan oyuyorum ancak beni iten bir şeyler var. Ya da beni tutan bir şeyler yok buralarda. Weysel yavrum ne güzel, üniversite okuyor, birilerini seviyor, birileri onu seviyor…

Hava iyice karardı artık sevgili defter, eve gitme zamanım geldi. Evimizin yanında ki boş araziye sokak köpekleri koğuşlanıyorlar. Birden havlıyorlar ve birden sayıları çokça artıyor. Korkmamak elde değil, köpeklerle kavga da edemem, konuşarak bu yaptıklarının hoş olmadığını da kanıtlayamam. Bizim ev sahibi de duvarlara tersten çivi çakmış duvardan da atlayamıyorum, yine günlük koşu sporumu yapacağım sanırım. Ben önde, arkamda köpek sürüsü, kalbim pat küt atarak bahçeye bir şekilde gireceğim yine. Bugüne kadar hep ben kazandım bu yarışları, daha ısırabilen olmadı. İstatistiklere bakılacak olursa, bugünde olmaz herhalde, inşallah o gün bugün değildir.




Sevgili defter, bugün 21. Yaşımın 7. Ayının 3. Günü. Üniversitede 3. Sınıf bitti artık. Gerçekten de üniversite sanıldığı kadar çok iç açıcı bir yer değilmiş. Bazen acaba fırıncı olarak kalmalı mıydım diye soruyorum kendime. Mezun olduktan sonra çokta elegan bir insan olacağımı düşünemiyorum. Bugün hem Weysel Paradoksu’nu hem de yazarın ikinci kitabı Pathika’yı gözden geçirdim. İnanılması güç belki ancak kaliteli bir kitabı her okuduğumda değişmesiyle tanıyorum artık.

“Ne kadar ararsan ara, aradığın o şey orada yoksa bulamıyorsun. Bulamazsın! Düşünsene, anlayarak yitiriyorsun. Farkına vararak... Anladıkça, kimse kalmıyor etrafında. Yavaş yavaş yitiyorlar. Yitip gittiklerini, hiç fark edememişim onların. Senin olduğunu sandığın şeyin senin olmadığını... Sen olduğunu sandığının sen olmadığını... Anlamakta geç kalmış ve güç anlamış olsam da... Çalınan. Benden çalınan... ömrümün yarısından çoğunda bir zavallı olduğumu hissederek; pespaye. perişan ve bitik bir halde yaşadım. Ömrümün geri kalan yarısından azına dair, fazla bir şey hatırlamıyorum. Kim bilir nasıl da mutluydum o zaman! Mutlu olmuş olmalıydım. Aksi takdir de anımsamam mümkün olurdu.

Herkesin peşinde olduğu sır dolu bir sandık. Yitirdiklerimin yasını tutacaktım. İkinci yarıda. Yasımı tutacak, onu sımsıkı tutacak, bir daha asla bırakmayacaktım. Evet, o sadece benim; sadece bana ait Kaybedildiğim ve bulunduğum zaman arasında geçen sürede, yaşadıklarım.”

Parklarda ağaç gövdelerine yaslanarak okumuştum bunları. Ne kadarda beni anlatıyorlar. Ama bir taraftan da herkesi anlatıyorlar. Şimdilerde durumlar çok daha fazla değişti sevgili defter. Ayrı bir evde tek başıma yaşıyorum. Neredeyse her gün aynı şeyleri yiyorum. Kendimce bir teknik ürettim bu konuyla ilgili. Yan komşuya kendim için hazırladığım yiyecekten ikramda bulundum, muhtemelen tabağı dolu olarak verecek ve ben farklı bir şey yiyecektim. Ayakkabılıklarından anlaşıldığı kadarıyla da bir aile yaşıyor. Ancak bu plan benim için tam bir hayal kırıklığı oldu. Tabağım bile geri gelmedi, yine kızarmış yufka yemeye devam anlaşılan. Gidip tabağımı istemeye de çekiniyorum.

Çalıştığım yerde ufak tefek sorunlar olsa da, iyi kötü geçiniyoruz. Ahmet Altan hayatına giren kadınlar için bir benzetme yapıyor; her kadının hayatına girmesiyle sanki Babil’in Asma Bahçeleri’nin birinden diğerine geçiyor. Benim içinse bu tüm insanlar için geçerli. Her yeni bir bahçeye geçişimde, yeni bahçe benden bir şeyler alıyor ve bana bir şeyler veriyor. Gözüm eski bahçeden bir şeyler arıyor. Gözüm orada Nefırt diye bağıran İsa abiyi arıyor. Ekmeği kulağına tutup “ALOOO” diye bağıran Adem Abi’yi arıyor. Ellerime batan kıymıkları arıyor. Hala daha küreklerim eksik ama. O konuda hiç taviz vermiyorum. Şimdilerde masa başında çalışıyorum ve haftada iki gün izinliyim. Bu benim için büyük bir konfor. Bugün birde eski bir dostumla karşılaştım, hayattan kopmuş gibi, eski bahçemde ki gibi, saatlerce playstation oynadık. O kadar iyi geldi ki, sanki tekrar insan olduğumu anımsadım.

11 yaşımdayken yeni bir okula geçiş yapmıştım Bolu’da. Yeni sınıf arkadaşlarımdan playstation diye bir şeyin var olduğunu öğrenmiştim. Haliyle merak ettim ne olduğunu. Öğrendim ne olduğunu ve çok büyük bir hevesle kimseye göstermeden oyun salonuna gidip, yalnızca bir saat oynamaktı o an hayalim. Oynayıp tecrübe etmek, öğrenmek ve arkadaşlarımla o oyunun muhabbetine dahil olmak istiyordum. Bir hafta sonu kafama koydum ve babamın çalıştığı fırına gittim. Cesaretimi toplayıp babamdan playstation için para istedim. O zamanlar saati iki liraydı ve bir saatten az süreyle oynamaya müsaade edilmiyordu. Babama biraz duygu sömürüsü yapmak ve sosyal olduğumu belli etmek için arkadaşlarımla gideceğimi ve iki lira lazım olduğunu söyledim. Babam tüm ceplerini kontrol etti ve sadece bir lira verebildi. Ben üzülmüştüm zaten bari o üzülmesin diye yeter diyerek ayrıldım fırından. Gözlerim dolmuştu. Oyun salonuna gidip bir lirayı uzattığımda kabul etmemişlerdi. Eve dönerken ağlamıştım resmen. O zaman babamın yerine koymaya çalıştım kendimi. O kadar maaş alıyor, altı üstü iki lira diyerek hem ona kızıyordum, hem de ona az para verdiğini düşünerek patronuna. Bildiğim küfürleri ediyordum içimden. Şimdi saatlerce oynayarak o günün acısını çıkarıyorum kendimce. Ancak bu sefer de kendimi göstereceğim oyun muhabbetleri oluşmuyor. Kaçırmışım o günleri.

Sevgili defter, bugün yine geçen senelerin yıldönümü. Seninle bir kez daha yıldönümü kutlamak benim için bir şerefti. Keşke bazen karşılık verebiliyor olsaydın.



57 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page