Referans İnsan
“X kişi Y kişisine referans olsa ve size anlatsa, bu size Y kişisinden ziyade X kişisi hakkında bilgi verir.” Baruch Spinoza
Spinoza 17. yüzyılın önemli rasyonalistlerinden ve tanrı, varlık, özgürlük ve panteizm gibi konularda felsefesini ortaya koymuş bir filozof. Ülkemizde Spinoza’ya yönelik akademik ve akademik seviyeye ulaşamamış makale ve kitapların sayısı oldukça fazla. Bunlardan en önemlisi Hasan Yurtoğlu’nun Pathika kitabıdır diye zannediyorum. Spinoza’nın en önemli eseri kabul edilebilecek olan Etika’dan ve kendi hayatından anekdotlarla harmanlanmış harikulade bir eser. Merak edenlerin okumasını tavsiye ederim.
Yukarıda ki söz, iş hayatından ve iş hayatında ki usulsüzlüklerden bahsederken, ustam kafama çivi gibi vurmuştu. Açıkçası söylediği şuydu; “Oğlum sen yarın bir gün özel sektörde bir mutfakta en iyisi olamasan bile en kötüsü de olmazsın. Nereye gidersen git, bir şekilde belli edersin sen kendini. Muhtemelen bir elin de Devlet makamlarına filan ulaşır, yarın bir gün böyle bir makama gelince, az önce bahsedilen usulsüzlükleri yapanlar gibi olmazsın değil mi?”
Tabi bu soruya ancak “İnşallah olmam” diyebildim. Çünkü geriye dönüp baktığımda, işlediğim her hata, yediğim her nane, anlık bir gafletten dolayı ayağımın kaymasıyla oldu, tekrarı olmayacak hatalara söz verebilecek olsam da, daha önce hiç tecrübe etmediğim, bilmediğim olgulara karşı bu söz ancak yalandan ibaret olur. Ben bu cevabı verince Spinoza’nın bu sözünü söyledi ve dedi ki; “Kime referans olduğuna ve kimin sana referans olduğuna dikkat et.”
Bu sözün mantığını basit bir örnekle izah edeyim. Devlet memuru bir tanıdığımı benim yanımda iken bir kişi aradı. Hal hatır sorma faslından sonra telefonda ki kişi aynen şu cümleleri söyledi: Seni oraya ben işe soktum, şimdi sana bir mühendis gönderiyorum, onu orada bir yerde işe sok! O adamın zamanında oraya işe girebilmesi için kullandığı referans, onun şimdi hiç tanımadığı bilmediği bir insana referans olmasına sebep oldu. Ben kendimi o adamın yerine koyduğum zaman ne kadar alçaltıcı olduğunu düşünmeden edemedim. Ne var ki Doğan Cüceloğlu’nun (Allah rahmet eylesin) tanımlama sistemi bağımlılığı göz önüne alınacak olursa, bu senaryo yeni işe başlayan o mühendis için de her an yaşanabilir demektir.
Bu referans kelimesini yalnızca iş hayatı olarak anlamak zannımca doğru olmaz. Sosyal hayat içinde temize çıkarmak, övmek de bunun gibidir. Ya da tam tersi bir insanı kötülemek, onun hakkında kötü konuşmanın (bir aldatma durumunun öngörüsü harici tutulabilir) size zararı çok daha fazla olabilir. İslam literatüründe bu gıybet olarak geçer ki bunun yanlış olduğunu bilmeyen inanmış bir kimse yoktur. Ancak temize çıkarma içinde Buhari’nin Sahihinde (Edeb:54) gelen bir hadis beni ilk okuduğumda çok şaşırmıştı. Peygamber (s.a.v) bir adamı başkasını aşırı derecede överken işitti. Bunun üzerine: “Onu mahvettiniz. Adamın belini kırdınız.” Buyurdu. Bunun tabi hikmeti uzun uzun izah edilmemiş ancak sosyolojik kitaplardan ve Spinoza gibi düşünürlerin kitaplarından anladığımız kadarıyla ön yargıyı, hasetliği ve ihtirası çok güzel bir ivme ile tetiklediği söylenebilir.
İşin doğrusu benim yaşımda bir insanın karakteristik olarak tanıdığı aşağı yukarı üç yüz insan vardır ve bunlardan kendince övmeye layık gördüğü insan sayısı parmak sayısını geçmez. Benimde hayatımda bu şekilde anlatabileceğim üç beş kişi var ki bazen bende ipin ucunu kaçırırım. Bunun yerine, övmeye layık gördüğüm insanları övmek yerine, -eğer ki bir ortak payda oluşturabilecek olursam- onları ve onlarla benim hayatımda ortak bulunacak insanları gözlemleyip, tabir caizse diğer insanların arasından çürükleri elimize etmek için kullanmaya karar verdim. Örneğin yukarıda bahsi geçen ustam son derece adalete önem veren, araştırma kabiliyeti çok yüksek, ilkokulu dahi bitirmemiş olmasına rağmen Türkiye çapında ki akademisyen ve aktivistlerle konuşurken onları zora sokan, entelektüelliği boyunu aşmış bir adam. Biraz sinirlidir ve en ufak disiplinsizliğe bile tahammülü yoktur. Çevremde ki insanlara bu adamdan çok bahsettim ve doğrusu kendisiyle geçen yukarıda ki o muhabbetten sonra bunun aslında çok da iyi bir şey olmadığını fark ettim. Bununla beraber onun, benim ve diğer insanların bulunduğu bir ortamda onu bir referans kabul ederim. Bu referans kabul etme de şu şekilde; onun sevmediği, sevemediği bir adamda mutlaka bir sıkıntı, onu sevmeyen adamda bir sıkıntı olduğunu anlarım ve zamanda gerçekten bunu gösterir. Burada bir hata payından söz etmek elbette mümkün ki zaten bu şekilde bir insanı keşfettiğim zaman onu yargılamıyorum ve yalnızca ona karşı olan dikkat seviyemi en üstte tutmaya çalışıyorum. Daha önce ki yazılarımda belirttiğim gibi dikkat ve odaklanma icabında insana can aldırır, can verdirir.
Bazen de bu şekilde referans kabul ettiğim insanların görünmeyen takdirlerini aldığımda oluyor ve bu gerçekten çok mutluluk verici. Buna örnek olarak da geçtiğimiz günlerde o şekilde referans kabul ettiğim bir hocam, dersinde bir yaş skalası üzerinden çocukların anne-babalarına beslediği düşünceleri aktardı. Geçen sene yazdığım Biz Ailemiziz yazısından benim ifade ettiğim şeyleri söyleyince gerçekten çok mutlu oldum. Görünmeyen takdir olmasının sebebi ise, muhtemelen hocamın bu siteden, o yazıdan, benim burada kullandığım mahlastan da haberi yoktur. İşin doğrusu eğer ki zıt bir şey söylemiş, ve mantıklı nitel ve nicel ölçerlerinden benim hata yapmış olduğum söz konusu olsaydı, bunu da burada ifade edecektim ve oda bir referans sonucu olmuş olacaktı.
Böyle dört başı mamur insanların nadirliğinden dolayı, karakterinde sorun gördüğümüz insanların referans olması da verimli olabiliyor. Eğer etrafınızda ağzından yalan düşmeyen, insanları aldatan, kibirli insanları görünce de onların etrafında keyfiyetten duran, onların sofrasından beslenen insanları tanımanız daha kolay oluyor.
Birde bu (eğer ki denilebilirse) metodun grup davranışları boyutu var ki bu büyük bir gözlem kabiliyeti, kritik yapma ve o kritiği adil şekilde işleyebilmeyi gerektirir. Bunu daha iyi anlamak için Erol Göka’nın Türklerin Grup Davranışları başta olmak üzere bu benzerde ki kitaplar örnek verilebilir. Bu Tarihsel Psikoloji alanında bir çalışma elbette fakat olayın mantığını izah edebilmek için bu örneği vermek istedim. Tarihsel Psikoloji alanında ki bir çalışmanın mantığı şu şekildedir; belirlenen grubun günümüzden geçmişine kadar yaşamış belli fenomenleri ve bu fenomenlerin karakteristik, sosyal ve ailevi yaşamları incelenir, ortak yönleri belirlenir ve bu ortak yönler eğer ki imkan varsa, avamdan veya taşradan bir kişi ile kıyaslanır ve ortak bulunan parametrelerin üzerinden bu grubun davranışları belirlenmiş olur. Örneğin bizim toplumumuz mafiyöz ve gösterişi seven bir toplum denilebilir. İnsanlarımızın çoğunun kredi vb borçları olmasına rağmen yollarımız çeşit çeşit lüks arabalarla doluyor, yoksul saydığımız kesim tabi ki bundan müstesna fakat eğer ki o kesimden birisinin imkanı olsa, oda her zaman en lüks arabaya binmeyi tercih eder. Hatta bugün radikal bir iktidar yanlısı adama “Siyasilerin konvoylarının çok lüks, kalabalık ve gösterişli” olduğunu söyleseniz, “ihtişamı ve gücü göstermeliyiz” diye cevap verir. Erol Göka da bu özelliklerle başladığı için bunları söylüyorum, kendi ülkeme veya milletime bir nefretim olduğundan değil, eğer kitabı elinize almanıza sebebiyet veririm düşüncesi gütmekteyim.
Daha önce de dediğim gibi bu tarihsel psikoloji ve Erol Göka da psikiyatri konusunda bir uzman. Ancak her insan kendi hayatında sosyal basit birer psikolog sayılır. Bu dairede ben insanları kategorize ederek gruplama ve bu grupların aidiyet duygularına (etnisite), mesleklerine, yaşlarına veya özel isimlendirmelere göre psikolojilerine dikkat ederim. Özellikle belirtmek gerekirse bu, uğraşmak isteyen insanlar için güzel bir hobi ancak çokça vakit ve düşünme isteyen bir eylem olacaktır. Örneğin bir insanla tanıştığınızda polis olduğunu öğrendiniz, karşınızda yürümüyor olsa bile daha önce ki polis gözlemlerinizden, gözünüzün önünde yürüyüşü canlanıverir. Bu bilinçli şekilde görülecek ve incelenecek olursa güzel bir referans noktası olabilir.
Bununla alakalı olarak bir nokta belirtmeliyim ki eğer bu şekilde düşünecek olursanız ve referans belirlemek istiyorsanız biraz tümdengelim yapmakta fayda var. Buna örnek olarak da şunu söyleyebilirim; son zamanlarda sanayilerde yaşanan bir beyaz yakalı-mavi yakalı soğuk savaşı. İşçi kesimi dediğimiz insanlar ofis çalışanlarını, ofis çalışanları ise işçi kesimi insanları sürekli eleştirirler. Ben yaklaşık 15 ay çeyrek mühendislik yaptım, bu süre zarfında işçilerle beraber atölyede iş yapmışlığım yok denilecek kadar azdır. Ancak diğer taraftan 7 yıldan fazla fırında çalıştım ve benim babamda bir fırıncı. Yani iki kesimin de grup psikolojisine ciddi bir aşinalığım var. Bununla beraber şu an bulunduğum şehirde mühendislik öğrencileri için mesleki tamamlama programı olarak kurulan bir kurumun da gönüllü olarak birkaç sorumluluğunu üstlendim. Bu program çerçevesinde problem çözmeye yönelik bir ders vermek istedik. Bunun içinde ilk düşüncemiz teoriden ibaret kalmasın diye, mühendislerden gelip günlük hayatta iş ortamında karşılaştıkları problemleri anlatmalarını ve çözüm olarak ne yaptıklarını sorduk. Aldığımız cevaplar ekseriyetle işçi kesimi dediğimiz insanların zekasından veya işten kaçmalarından gibi sitemlerle doluydu. Bunları duyunca gerçekten çok üzüldüm. Çünkü bu mesele zeka veya kabiliyet veya bir başka yetenek meselesinden ziyade bir konfor meselesi. İşçi dediğimiz adamların kimisi akşama kadar balyoz sallıyor, kimisi hamallık yapıyor, kimisi gece sabaha kadar hamur işliyor… Ofis çalışanlarına nazaran sosyal hayatları çok daha sınırlı, kültür edinme imkanları zamanında da çok fazla olmamış şimdide çok yok. Ben fırında çalışırken günde minimum 12 saat çalışırdım ve yılda sadece iki gün (bayramlarda olur ve onun içinde arife günü 24 saat çalışmak şartı ile) izin verilirdi ve hala böyle çalışanlar var. Şimdi bu adam eve gelince senin gibi bir şeyler okuma veya araştırma merakına giremez. Adam tüm enerjisini gün içerisinde yaptığı işe harcıyor ve tüm sosyal ve psikolojik besinlerini oradan temin ediyor. Dolayısıyla anlama kapasiteleri, düşünce tarzları, cümle kurma yetenekleri bir ofis çalışanına nazaran farklı oluyor. Ancak kesinlikle bu bir zeka eksikliği değildir. Akışkan zeka konusunda da kristalize zeka konusunda da normal insanlardan çok farksızlar. Benim babamda işçi ve o mühendisin hakkında konuştuğu işçiler ile hemen hemen aynı standartta bir insan. Bende çok işçilik yaptım, çok aşağılandığım oldu, hatta bir market sahibinin beni iş kıyafetlerimden dolayı dilenci zannettiği bile oldu. Böyle şeyleri göz ardı edip ileri geri konuşulduğu zaman insanın zoruna gidiyor. Bu bir grup psikolojisi incelemesinden ziyade, kötümser ön yargılar bütünü oluyor ki bu dünyanın en büyük hastalığı haline geldi artık. Bu yüzden bir işçi ile tanıştığım zaman tümdengelim olarak, ilk önce bu genel konfor meselesini, daha sonra yavaş yavaş onun bulunduğu spesifik gruba kadar inmeyi tercih ediyorum ben. Ne var ki böyle bir sistematik incelemenin sonucunda referans edinmenin daha sağlıklı olduğu kanaatindeyim.
Sözün özü o ki; bizim referanslarımız, ölçerlerimiz hayattaki kaide ve hedeflerimiz için, ailemiz ve çevremizde diğer sevdiğimiz insanlar için kadrini bilmemizi kolaylaştırıyor. İnanın kadrini bilmediğimiz şeylerin, bize yüklediği sorumluluğu bilmek, hatta bunu zamanında bilebilmek çok ciddi bir mesele. Bu sorumluluğu geç fark edenler terk edilmişliğe ve yalnızlığa mahrum kalıyor. Buda debisi çok yüksek bir nehir gibi insanı yanlış yerlere sürüklüyor. Yalana, kibre, içi boş özgüvene, ikiyüzlülüğe… Hatta benim çevremde gerçekten bu sürüklenmeden nasibi almış insanlar var ki, üstüne birde beni salak yerine koyuyor, yanlışını fark etmesine rağmen yalnızca benim yanımda buna dikkat ederek bana yutturmaya çalışıyor. Tabi gönül kırmaktansa yemesem de doymuş gibi yapmak zorunda kalabiliyorum. Ancak en nihayetinde tekrar o pislikler halının üzerine çıkacaktır. Bu ikinci şansı verirse nehir, sürüklemekle kalmaz, direk boğar atar. Hayatınızda ki insanların size en hayırlısından referans olması duasıyla, selametle…