Felahı Vatanlar Cemiyeti
Sabah güneş doğmak üzereyken gözlerini açıp, saate baktıktan sonra gözlüklerini bulup hazırlanmaya başladı. Üstünü başına eline ne denk geldiyse giyerdi o, nitekim günün yarısından fazlasını iş elbiselerinin içinde geçirdiği için şimdiki giydikleri yalnızca yarım saat üzerinde kalacaktı. İş elbiselerini her sabah temiz şekilde götürür, akşam iş bitiminde tekrar getirir ve yıkanması için kirlilerin arasına atardı. Evden çıkarken kulaklığı kulağına takıp güzel bir şiir veya şarkı eşliğinde yürümeye başlar. Yaklaşık on beş dakika sonra fırına girer ve tezgaha şöyle bir göz gezdirerek eksikleri görerek kafasında kendi iş planını yapar. Tezgahta poğaça bitmek üzere, geceden hazırlananlardan beş tepsi poğaçayı fırına attıktan sonra, 24 kilodan kandil dökeriz sonrasını düşünürüz diyerek üzerini değiştirmeye gitti.
Giydiği iş elbiseleri genelde çok bol olurdu ki babasından kalma, yaklaşık on beş senelik, hemşire önlüğünede benzeyen kıyafeti çok severdi. Bugünde onu getirmiş. Üniformasının içinde kaybolurcasına, neredeyse gün boyu oturmadan çalışacağı dört duvar imalathaneye girer girmez hemen poğaçaları fırına attı. Kandil simidinin hamurunu ayarlamaya koyuldu hemen. 24 kg un, 11 kg alba yağ, 500 gr kadar biskin yağ, 1200 gr kadar toz şeker, 600 gr kadar tuz, 250 gr kadar mahlep ve 75 tane yumurtayı kırdıktan sonra malzemeleri kazana döküp yoğurmaya başladı. Hamur yoğrulurken, dizmek için kullanacağı tepsileri şimdiden silerek hazırladı. Gün boyu başında hamur işleyeceği tezgahı da bezle temizledikten sonra hamur artık hazır. Hamuru tezgaha serip parça keserek işlemeye başladı. 24 kg undan dökülen bu hamurdan, yaklaşık 40 kilogram yani 900 tane kandil simidi çıkacak. Hızlı çalışmayı severdi ki bu yüzden bu işi 90 dakikada bitirmeyi umuyordu. Her 6 saniyede bir hamuru bağlamış olmalıydı. Başladı işte işlemeye, elinden geldiği kadar hızla... Bu işlem sürekli, seri ve alışılmış olduğu için çalışırken hayal kurmak ve kendi kendine konuşmak hem kaçınılmaz hem de çok eğlenceliydi.
Milli Savunma Üniversite'sine başvurmuş, yazılı sınavı kazanmış, spor kısmını idare edecek şekilde geçmişti bu genç fırıncı. Ancak sözlü mülakatta elenmişti. Karşısında bir hamur var ancak sanki vatan varmışçasına, vatanıyla konuşmaya başladı.
"Demek ki bazı şeyler istemeyle olmuyormuş. Gerçekten çok uğraşmıştım. İnan o 400 metreyi koşarken, uğrunda ölebileceğimiz tek bir İlah için koşmuştum. Elimden geldiği kadar hızlı, ciğerim patlarcasına... Benden hızlı olan ondan fazla kişi vardı ancak yavaş olanlar daha fazlaydı. Nasipte yokmuş demek ki. Ama alsalardı, ben silah tutamasam bile, seni koruyan o cengaverlere ekmek, poğaça bile yapmaya razıydım. Yalnızca o asker kokusunu, o dağların karını, kayalıkların sertliğini düşledim. Birilerinin canına kıymanın zevkinden dolayı değil, bu vatan için çalışanların en ön safında bulunmak için. Belki bir Mustafa Kemal, bir Osman Pamukoğlu olamazdım. Ama hiç yoksa bir Mehmet olurdum diye düşünüyorum. Kaderin önüne geçilmez derler. Demek ki bende bir komutanlık, bir liderlik, bir Mehmet vasfı görmediler. Zaten bizim için asıl vatanseverlik, yapılan her işi usulüne ve nizama uygun yapmaktır. Öyle der ustamm. 'Oğlum her işin bi ustalığı var, yer dahi süpürsen bunu ustaca yap...' Ne adam ama... Oman Pamukoğlu'nun askeri. Sürekli konuşturmaya çalışırım onu. Bildiklerini anlatmasını isterim. Hakkari'de, Yüksekova'da o engin dağlarda, zap suyunda, İki yaka dağlarında, Avaşin'de ki anılarını anlattırırdım. Ve çaktırmadan ses kaydına da alırdım. Canım sıkıldıkça açıp dinliyorum o ses kayıtlarını. Hatta birkaç arkadaşıma da dinletiyorum. Gayet sakince ve tane tane anlatır. Tarih bilgisi, sosyolojik tespitleri harika bir adamdır. Yalnızca dini konularda pek anlaşamayız. Ben genelde dinleyen taraf olurdum ancak son zamanlarda okumalarımı sıklaştırdım, araştırmalarımı çoğalttım, bazen bana da söz hakkı tanıyor. Birçok akademisyene taş çıkarabilecek bir donanıma sahip. Fırıncılıkta da üzerine adam yoktur. Hiç olmaz denilen adamları bile usta yapar. İşin ilginç tarafı şu ki, bende duyduğumda çok şaşırdım, bu adam ilkokul 3. sınıf mezunu. Benim için çok güzel bir örnek bu usta. Bazen ondan çok bahsediyorum ki, farkında olmadan ölçüyü kaçırdığım için, bahsettiğim kişiler 'Hadi lan öyle adam mı olur?' der gibi bakıyorlar gözüme. Ama var, lafıyla adam döven, bilgisiyle, kültürüyle karşısına gelen ona soru soran kimseyi geri çevirmez. Adalet onun için en önemli kavram. En ufak haksızlığa şahit olursa hemen müdahale eder ki diğer insanlar gibi değil. Haksızlığa uğrayan da haksızlık yapan da teşekkür edecek hale gelir. Oda seni koruyan cengaverlerdendi. Oda çokça ölümle burun buruna gelmiş. Belkide bu yüzden hep onun gibi insanlara minnetle bakarım. Birinde dağda günlerce kalınca suları tükenmiş. Ağızlarına küçük çakıl taşları atmışlar, tükürük yapsın diye ağızlarında tükürük kalmamış. Bu adamların hakkı nasıl ödenir? Muhtemelen trafikte korna çaldı diye adam döverek, pozitif bilimler ile eğitim verilirken ahlaki eğitim vermeyerek, sürekli birbirimizi hain kelimesi ile yaftalayarak ödenmez. Şimdilik benim için tek yol okumak, çalışmak ve birilerinin hayatlarına dokunmak. Belki o zaman sende hakkını helal edersin. En ön safa geçmek için elimden geleni yaptım ben. Daha gerilerde imiş demek ki benim safım..." derken birden karşıdaki kapıdan sessizce gelen, kır saçlı, bacakları kendini zor taşıyan ihtiyar ama ton ton adam şaşkınca;
-Kiminle konuşuyorsun Memet'im?
-Ağzıma şarkı dolanmış komutanım..ıııı... özür dilerim dayı.
-Ne komutanı oğlum, poğaçalar ne oldu?
-Poğaçaaa... diyerek biraz zaman kazanıp fırına eğildi.
Poğaçaları eldiven yardımı ile tezgahın üzerine çıkardıktan sonra o ton ton dayı;
-Ula yanmış ya bunlar.
Hiç istifi bozmadan;
-Yanmamışlar dayı, biraz fazla kızarmışlar sadece. Deyip hafif gülümsedikten sonra tekrar dayı;
-Delirdin mi ula sen, ne bu dalgınlık?
-Delirdim dayı, biz delirmeyi Muhsin'lerden öğrendik.
-Siz kimsiniz la?
-Felahı Vatan Olanlar Cemiyeti...
-Ulan cemiyeti, cemaati, tarikatı bırak şimdi. Millet beni yiyecek içerde....
