top of page

Duygularımla Oynama

Üniversite yıllarımda bir toplulukta gönüllü olarak görev yaparken, yapacağımız bir etkinlik için rektörlükte görevli bir akademisyen ile görüşmeye gittik. Yanımda bir arkadaşım vardı, kapıyı çaldık başka öğrenciler ile görüşüyordu ve koltuğu işaret ederek biraz beklememizi söyledi. Geçtik oturduk, biraz konuşulanlara kulak misafiri olduk, biraz ortamı ve karşımızdaki insanları inceledik, diğer çocuklar kalktıktan sonra masanın hemen önünde ki iki sandalyeye ben ve arkadaşım karşılıklı oturduk. Muhabbet şöyle zuhur etti;

-Hoşgeldiniz gençler…

-Hoşbulduk hocam. Biz Rikkat Topluluğundan geliyoruz ve adabı muaşeret ile ilgili bir broşür-afiş çalışmamız var bunun için istişare yapmaya geldik.

Akademisyen 50’li yaşlarda, görünüş ve ses tınısı olarak, Kurtlar Vadisi dizisinde ki İskender gibiydi fakat gayet nazik ve enerjik bir bağ kurdu bizimle. Bize biraz üniversitede ki toplulukları, öğrencileri kendi suyuna çekmeye çalışan ideoloji, fikir ve düşüncelerden, sitemli bir şekilde bahsetti. Adam haklıydı, siyah kaşesi onu sert bir insan gibi gösterse de aslında toplumsal olarak içinde bulunduğumuz durum onun konuşmasında ki seçtiği kelimelerden ve bakışlardan anlaşılıyordu. Bir müddet ben kendi topluluğumuzdan ve neden bu faaliyete kalkıştığımızdan bahsettim. Genel olarak İslami bir duruşumuz vardı yaptığımız faaliyetler ile bu yolda adımlar atıyorduk. Nitekim yaptığımız en kapsamlı çalışma, Türkiye’nin diksiyon ve iletişim konusunda ki en uzman konuk ile bir konferans vermemizdi. Bu konferansı bir tilavet ile başlattık, gelen konuğumuz 60 yaşındaydı ve hayatında ilk defa kendi verdiği bir konferans böyle başladığı için sevincini bizlerle paylaştı. Biz gençliğin unutulan damarı ile ilgilenen bir topluluktuk ve hazırladığımız adabı muaşeret broşür-afişleri de genel olarak İslam ve Türk Kültürü’nün prensipleri üzerine inşa edilmişti.

İskender’e benzeyen akademisyen çok radikal olmamız konusunda beni uyarınca, bende bazı şeyleri değiştirerek veya yumuşatmaya çalışarak, basit bir te’vil ile bile tahrifatın mümkün olabileceğini izah etmek zorunda kaldım. Benim tam karşımda asılı olan bir tablo vardı, meşhur Çanakkale askerleri olarak bilinen, biri kısa boylu diğeri daha uzun boylu, kum rengi çeşitli yerlerinden yırtılmış kıyafetleri olan, perçin olmayan ayakkabıları sanki bir timsah ağzı gibi açılmış, yüzlerine bakılırsa genç oldukları anlaşılan o iki insanın tablosuydu. Bana o resmi işaret etti ve şöyle bir muhabbet oldu;

-Şu resmi görüyor musun? Onların kim olduğunu biliyor musun?

-Çanakkale’de görev yapan iki askerin resmi olarak biliyorum hocam. Dedim, İskender derin bir soluk aldı ve kısık hırıltılı sesiyle kurmasına ihtimal veremeyeceğim uzun bir cümle kurdu.

-O iki insanı bende Çanakkale askerleri olarak biliyordum ve o resme her baktığımda içim burkulur, halime şükreder ve hiç tanımadığım o adamlara resmin karşısında teşekkürler ederdim. Bir gün tarihçi bir arkadaşım bana, o resimdeki insanların bizim askerlerimiz değil, Almanya’dan gelen, savaş alanında ki hurdaları toplayan hurdacı olduklarını söyledikten sonra bu mottomu kaybettim. Ya benim neden duygularımla oynuyorsun? Ben o resme bu şekilde inanmışım ve kendime göre bir motivasyon oluşturmuşum. Şimdi o resme baktığımda çok sıradan ve anlamsız şekilde bakıyorum. Artık o resim gerçekten bizim askerlerimizin resmi de olsa eskisi kadar güzel bakamayacağım. Anlatabildim mi gençler derdimi? Siz kendinizce doğru olan bir düşünceyi radikal olarak yazarken, birilerinin duygularıyla oynamayın. Çok güzel bir çalışma yapmışsınız tebrik ederim ancak riskli bir tutum, özellikle bir inanç sistemini baz alarak yaptığınızda mercekle kusur aranacak bunlarda.

-Hocam haklısınız elbette ancak biz kimseyi bu sisteme inanmaları için değil, inananların inandıkları gibi yaşaması için yapıyoruz. Biz kimseyi inanmaya zorlamıyoruz ve kimsenin bizi inanmamaya zorlamasını da istemeyiz. Yazılı olanların tamamı kesin nasslara (Ayet ve sahih hadislere) dayanarak hazırlandı.

-Bak delikanlı ben seni iyi anlıyorum, görünüşünden buraya bir art niyetle gelmediğini de biliyorum. Bizim toplumumuza alışılmışın dışında bir şeyler söylerken mutlaka toplumun hali hazırda bulunduğu sosyokültürel yapı göz önüne alınmalı. Siz söylenilene göre değil, yaşanılana göre hareket edin.

-Aynı fikirdeyiz hocam, söylenene göre yaşanılana göre yanlışlar gördüğümüz için bunları hazırladık. Dedim ve İskender’e benzeyen akademisyen ile bizim faydalanmak istediğimiz üniversite imkanlarını konuştuktan sonra odadan ayrıldık.

Bizi iyi bir niyetle karşıladı ve söylediklerinde de ne yazık ki haklıydı. Bu konuşmadan sonra cesaretim kısmen kırılmıştı. Daha önce bu meseleyi konuşmak için rektör yardımcısına müracaat ettiğimizde, resmen bizi başından savarak bu adama göndermişti. O gün ki yaşadığım kırıklığı yanımdaki insanlara hissettirmemeye çalışsam da ciddi bir sorunla karşılaşma anında ne yapmam gerektiğine hazırlanmam şarttı. O gün ki aldığım notlarda kendi kafamda yirmiden fazla senaryo kurduğumu gördüm. Hepsi için ayrıca verilecek cevaplar ve konuşmalar için hazırlamaya çalışmıştım kendimi. Daha sonra biz bu faaliyette harekete geçeceğimiz hafta okullar askıya alındı. Bu kendime uhte bildiğim bu mesele, içimde ukte olarak kaldı. Genel olarak üniversite öğrencileri için hazırladığımız bu broşürün, genel topluma ithaf edilen kısımlarını buraya yazacağım. Umarım kimsenin duygularıyla oynamış olmam.

Umarım faydalı olur. Daha önce Susma ve Konuşma Adabı adlı kitabın keistlerini paylaşmıştım. Eğer bu çalışmamızı gerçekleştirebilmiş olsaydık, sırada o kitabın üzerinden bir broşür hazırlama planım vardı.

İslam'ın insana verdiği değer üzerinden, adaba yönelik meselelerin bütünü yazılmaya kalkınsa herhalde tuğla gibi kitaplara zor sığar. Bu broşürü fiili olarak üniversite ortamında gerçekleştiremedik. Dijital olarak sunma fikrimde vardı ancak çeşitli sebeplerden dolayı yapamadık. Tekrar üzerinde düşünceler geliştirdik ve birkaç güvendiğimiz insandan eleştiri ve yorumları da kabul edince büyük bir eksiği fark ettik. Broşüre mahrem alanı meselesini eklemeyi unutmuştuk. Onuda burada ayrı olarak belirtmek istiyorum. Özellikle kadınlar olmakla beraber insanlar, burunların dibine girerek konuşulmasından son derece rahatsızlık duyarlar. Bunu bazen sabırlarından veya tahammüllerinden dile getiremeseler de cidden çok rahatsız edici. Sesin rahatça duyulacağı bir mesafeden insanlara hitap etmek daha sağlıklıdır. Mahrem alan ile ilgili en güzel somut örnek asansör ortamıdır. Daracık bir asansöre dört kişi bindiğinizde, mahrem alan ihlalinden herkesin rahatsızlığı belirginleşir. Dikkat edin o ortamda herkes ya yere bkamayı, yada asansörün hangi katta olduğunu belirten dijital ekrana bakmayı tercih ederler. Bu yüzden mahrem alanın korunması ve diğer insanlara bu bağlamda saygı duymak önemlidir.

Umarım bir fayda sağlamışızdır. Sağlık selametle...

54 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page