Biz Ailemiziz
Güncelleme tarihi: 23 Mar 2021
Bu ülkede erkek çocukları yedi yaşına kadar babalarını Süpermen zannederler. Yedi yaşından sonra aslında babalarının da hata yapacağını, utana sıkıla kabul etmeye başlarlar. Öyledir ki "Benim babam senin babanı döver." iddialarının doruğa çıkması ile bilinir bu döynem. On iki yaşından sonra çocuk babanın bazı şeylere güç yetiremediğini büyük bir hayal kırıklığı ile keşfeder ancak ona hala hayrandır; hala çok bilge, hala çok güçlü ve tam bir liderdir. On altı yaşından sonra, ergenliğinde verdiği dürtülerle çocuk kendini babasından daha bilgili görür. Babasının kendisini anlamadığını, onun düşüncelerine değer dahi vermediğini ve bazı şeyleri babasının istese de bilemeyeceğini düşünür.
Çocuk artık yirmi yaşında. Hayatı yeni yeni keşfediyor. Bozulan arkadaşlıklar, dostluklar ve hayatından geçip giden bir insan sirkülasyonu var. On altı yaşında ki "Ben babamdan daha bilgiliyim." düşüncesinin yanlış olduğu yavaş yavaş işliyor hücrelerine. Ancak gururundan olsa gerek babasına danışmak, ona sormak istemiyor. O güçlü, bilge, cesur lider adam hayatının çok kuytu köşelerinde artık.
Zamanı durduramıyor çocuk, yirmi beş yaşında. O güçlü baba artık yaşlandı. Kurt kocadı artık. Çocuk adam şimdi şimdi bazı şeyleri danışmak istiyor babasına ve birkaç danışmanlık hizmeti de almıyor değil babasından. Yaşlı kurt neyi biliyorsa, neyi tecrübe ettiyse eksiksiz şekilde aktarıyor yavrusuna. Sanki yıllardır bu anı bekliyormuş gibi koca adam. Heyecanını bastırmakta çok güçlük çekiyor.
Çocuk adam artık otuz yaşında ve her şeyi danışmak istiyor babasına.
Kırk yaşına geldi ve genelde ağzında görülen tek cümle; ah babam sağ olsaydı...
Bu hikaye gerçekten hemen hemen her çocuğun başından geçer ve anne-kız ilişkisinde de ufak tefek farklılıklar dışında aynısı yaşanır. Bunu benden daha önce duyanlar olmuştur ki bende bir abimden duydum. Bugün fark ediyorum ki çok doğru, çokça bizi anlatan bir hikaye. Ben bunu nispeten erken yaşta fark ettim. Bunun için çokça şükrediyorum ve bunu yazarken bile duygulanmamak elde değil. Bana bunu tekrar fark ettiren ise bugün başladığım bir kitap.
Kitabımızdaki kahraman ünlü bir psikolog. Otuzlu yaşlarında göz migreni dolayısıyla aniden bir bulanık ve karanlık görme yaşıyor. Ofisinde zar zor telefonu bulup ambulansı arıyor. Yapılan tedaviler çok başarılı olamamış ki ilerleyen dönemlerde neredeyse tam bir kör haline gelerek, depresif bir yapıya bürünüyor. Ailesinden, eşinden, dostundan kaçarak kendini soyutluyor bu kahraman. Doktorlar tedavi bulmakta zorluk çekiyor. Tedavi ihtimali düştükçe, hayatın ortasında ve en güzel döneminde gelen bu ani körlük, kahramanımızın hayatını ziyadesiyle mahvetmeye yetiyor. Çaresiz dermanını ruhani liderlerde, gurularda aramaya başlıyor.
Yıllardır kimse ile iletişim kurmamış, tamamıyla dünyaya küsen bu psikolog, ilk guruya danıştığında aldığı cevap ile son guruya danıştığında aldığı cevap aynı olunca hiddetle geri evine dönüyor. Çaresiz düşünceler ile günler geçerken bu çaresizlik onu denemeliyim düşüncesine itiyor. Evine dönüyor ve söyleneni yapmak için kendine bir cesaret meditasyonu yapıyor.
Yıllardır görüşmediği, aşırı sevgisinden rahatsız olduğu, kendi doğumunda ki travmatik sebeplere de bağlı olarak hoşlanmadığı anne şefkati için bir uçak bileti bulup annesinin yanına gidiyor. Henüz karşılaşır karşılaşmaz, annesi ile sarılarak, fiziksel olarak acıdan doğan bir uyuşukluk hissetmesine rağmen gevşiyor ve kendisini annesinin kollarına bırakıyor. Anne bu durumdan çok daha memnun. Oğlunun yıllar sonra çıkıp gelmesine duyduğu sevinç ile her gün "Bugün hangi yemeği yapsam." konulu tatlı bir telaşı var. Eski hatıralar çocukluk hatıraları havada uçuşuyor.
Kahramanımız henüz on üç yaşında iken, anne ve babası boşanmış. Bu sefer babasını özlediğini de fark ederek onu buluyor. Bulmakta çokta zorlanmıyor çünkü ayrılık hadisesinden beri babası eski, harabe bir barakada civata, vida ve koli bantları ile beraber hayatını devam ettiriyor. Kahramanımız babasını özlediğini, onun iyi bir baba olduğunu ve onu çok sevdiğini söylerken boğazı düğümlense de babasının utangaçlığı yüzünden, tıpkı diğer babalar gibi duymazdan gelmesi, başka şeylerle ilgilenip gözlerini kaçırması kahramanımızın içten içe keyif almasını sağlıyor. Ve erkek erkeğe yapılan birkaç günlük sohbet çok iyi olsa gerek ki, psikolog bu depresiflik halinden çıkmış, ve hastalığı ile savaşmayı sürdürerek tam iyileşme sürecine en büyük adımlarını atmıştı.
Bu hastalık ile karşısına çıkan bunca yıl kendisine tekrar ailesini kazandırdı. Buna öncülük eden yolda karşılaştığı doktorlar ve gurular. Ve ona en büyük öğretmenliği yapan körlük. "Dön ve anne babanı ara." dediler psikoloğa.
Hoşumuza gitsin veya gitmesin ailemiz biziz. Onları hiç görmemiş olsak bile biz ailemizden bir parçayız.
Bunu bana tekrar fark ettiren bugün başladığım bu kitap. Kitap kitabı doğurur derler.
Ve son olarak; geçmiş hiçbir zaman unutulmuş değildir. Geçmiş geçmiş bile değildir...
